Sabah balkona çıkmış mahalleyi seyran eyliyordum, karşı apartmanın balkon amcası çarptı gözüme. Bahçeye inmiş yere düşen yaprakları süpürüyordu. Bahçe dediğim de ufarak bir apartman girişi, etrafı çevrili olduğundan ve üç-beş ağaç yetiştiğinden bahçe havası veriyor. O sırada karısı balkona çıktı, "Ne yapıyorsun?" dedi. Cevap vermedi amca, kadın soruyu yineledi, "Geliyorum, sen kahve yap" cevabı geldi. "Başka işin yok mu, sana mı kaldı oraları süpürmek, yarın merdiven yıkayacak kadın gelecek" diye söylendi kadın. "Kahve yap dedim kahve!" diye ses tonunu yükseltti amca. Hımm, burnumuzdan kıl aldırmıyoruz, anlaşıldı. Kadın bir hışımla daldı içeri, kapıyı çarptı. Gerisini ben hayal ettim: "Zıkkım iç!, Ben bir şey desem yapmazsın, milletin hizmetçiliğini yap anca, ben de kahve yapayım". Kahve kavanozu dolaptan çıkıp tezgahın üstüne çarparak konur, cezve de hakeza. Sinirden eli titrediği için kahvenin bir kısmı tezgaha dökülür, sinir katsayısı yükselir. Ocak yanar, cezve ocağa konur ama kızgınlık dikkati dağıtır, bir de kahve taşar. Al gözüm seyreyle. Sizce kahveyi kaç kişilik yapmıştır?
Altın Portakal'da ödül almayı planladığım(!) bu kurgudan sonra biraz da başkalarının kurgusunu dinlemek için Spotify'ı açıp egzersize başladım. 5 gündür "Kefe" isimli arkası yarın tarzı bir podcast drama dinliyorum. Yazarı "Haydarpaşa'nın Son Memuru"nu da yazan Başar Öztürk. Yönetmenliğini Tansu Biçer ile Tülin Özen, seslendirmesini de Öner Erkan, Kerem Atabeyoğlu, Sarp Aydınoğlu, Sanem Öge gibi sinema ve tiyatro oyuncuları yapmış. Çok beğenerek dinlediğim bir polisiye drama oldu, özellikle hukuksal çözümlemeleri şahane. Tavsiye ederim, internette bulabilirsiniz. Egzersiz sonrası kahvaltımı yapıp bu defa "Yargı" dizisi için bilgisayar başına geçtim. Bu aralar kolumdaki eski bir lif kopuğu "Ben buradayım" demeye başladığı için kolumu fazla yormamak adına izleme yapıp gözümü yoruyorum 😃 Uzun zamandır TV dizileri ile pek aram yoktu, "Yargı"nın adını fazlaca duyup "Puhu TV"de gösterildiğini de farkedince kırdım önyargımı.
Dinlemeler, izlemeler bitince yürüyüş zamanı geldi. Aile hekimine gidip birkaç ilaç yazdırmam gerekiyordu. Onu bahane ederek çıktım. Sağlık ocağına giden sokak sayım günündeymişcesine boştu, keza sağlık ocağı da. Sene başında odasına yasak bölge şeridi çeken doktorum artık şeridi kaldırmış, hastalarını içeride kabul ediyordu. Hatta oturmamı bile teklif etti, oturmasına otururdum da dizler nedeniyle kalkması sıkıntılı olduğundan teşekkürlerimi sunup ayakta kalmayı tercih ettim. Hakkını yiyemem, ameliyat durumumu öğrendiğinden bu yana elinden gelen kolaylığı sağlıyor, ilaçlarımı da çifter çifter yazdı sağolsun. Reçete kodumu alıp ayrıldım sağlık ocağından, yürüyüş için bir güzergah belirledim ama bu seferki pek estetik bir güzergah değildi, gözüm sahile inmeyi yemedi. Sokak aralarından yürüdüm. "Van Kahvaltısı" yazan lokanta mı, kahve mi belirsiz bir mekanda maskeleri fora etmiş bir sürü adam okey beslenmesi yapıyordu 😃 Biraz yürüyüp küçük bir parka girdim. Parkta 80'lik amcalar banklara oturmuş çaktırmadan gelip geçen genç kızları dikizliyorlardı. Birtakım teyzeler de kafa kafaya vermiş günlük dedikoduları aktarıyorlardı birbirlerine. Parka hafiften sonbahar havası sinmiş, yerdeki yapraklara kızarmaya başlayan Amerikan sarmaşıkları, çam ve Benjamin ağaçları, devasa kauçuklar ve çevresine ahşap heykeller dizilmiş fıskiyeli havuz eşlik ediyordu.
Tam parktan çıkmak üzereydim ki bir köşeye konuşlanmış sanat galerisindeki fotoğraf sergisi çarptı gözüme. Neredeyse 1,5 yıldır sergi gezmemiş biri olarak daldım içeriye, benden başka kimseler yoktu zaten, kendime sergi kapatmış oldum. Sergini adı "Fotoğrafın Caz Saatleri", serginin sahibi de Lütfü Dağtaş idi. Fotoğraflara tanınmış şair ve yazarların öykü, şiir ve denemeleri eşlik ediyordu. Sergiden buraya Antalya'da çok sık rastladığımız, çok sevdiğim Şükrü Erbaş'ın alt yazısıyla şu zeytin ağaçları fotoğrafını ekleyeyim:
Ve bir de şunu, çok sevdim 😃
Sergi sonrası evin yoluna vurdum, mahallemizin tatlı eczacısına uğrayıp ilaçlarımı aldım, camekanına yılbaşı ağacı deseni yapmaya çalışıyordu, sevdim bu gayretini. Yoruldum biraz ama olsun varsın, yeni yürümeye başlayan bir çocuğun heyecanı ve merakıyla tekrar keşfediyorum kırk yıldır bildiğim cadde ve sokakları.
Hava hafiften serinledi, hırka giyme zamanıdır, kalın sağlıcakla...