Dün bir pazar günü klasiği olarak (!) sabah 5'te uyandım. ortalık zindan gibi. Sağa döndüm olmadı, sola döndüm olmadı, kafamı yastığın altına soktum, yastığı kafamın altına aldım, yorganı tekmeledim, sıkı sıkı sarındım, yok arkadaş uyku gitmiş. "Madem gitti, temelli gitsin" dedim, duşa attım kendimi. Sonra da Spotify'de Hakan Vanlı'nın seslendirdiği Sait Faik'in "Plajdaki Ayna"öyküsünü dinleyerek egzersiz yaptım. Akabinde hoca sabah ezanını okudu. Sesi ve okuyuşu çok güzel, Sabâ Makamı'nın hakkını veriyor Allah için.
Ortalık hâlâ karanlık olmasına rağmen gidip bilgisayarı açtım, çayı koyup "Yargı" dizisini izlemeye başladım. O kadar uzun ki bölümler, bir süre sonra sıkılıyorum. Ben elimde örgü vs olmadan TV izleyemem zaten, sadece dinlerim. Bu aralar örgü mörgü hak getire, hoş Carpal Tunnel Sendrom'dan beri ciddi anlamda örgü ördüğümü söyleyemem, elle yapılan marifetlere paydos diyeli çok oldu. Diziyi bitirene kadar kırk kere kalktım. Kahvaltı hazırladım, kahvaltı yaptım, balkona çıktım, çamaşırları katladım, bulaşık makinesini boşalttım. Bunca kalk-oturun arasında diziyi bitirdim. Yetmemiş gibi Mubi'ye 2019'da Altın Portakal alan "Bozkır" filmi gelmiş, onu açtım. Aylardır boşa para ödüyorum, bari hakkını vereyim dedim ama onu da yarım bıraktım, zira fena halde midem ağrımaya başlamıştı, gidip bir mide ilacı attım ağzıma, söylene söylene sonuna geldiğim Sasa Stanisic'in "Köken" kitabını aldım elime. Aslında niyetim uzun zamandır rahatça gezemediğim Falez Park'a gitmekti ama üzerimdeki tatsız halden çıkamıyordum bir türlü. Sonra silkelendim ve kendime geldim. "Yürü be Leylak" dedim, "kim tutar seni?, Mideymiş, dizmiş, kolmuş geçelim bunları, dağ başını duman almadan yürüyelim arkadaşlar". Kocamın da aklına yattı söylediklerim, düştük yola güneş tepede parlariken 😄
Güneşli kaldırımlardan yürüdük içimiz ısındı, ara sokaklara daldık, sülük ve hacamat yaptığını belirten bir tabela asmış doktor muayenehanesi gördük, pazar olmasaydı girip iki sülük attırırdım belki 😃 Anneannem yapardı ben çocukken o iğrenç şeyi, kıvıl kıvıl, amanin 😖 25 yıl çalıştığım okulun önünden geçtik, içimde en ufak bir duygu esintisi olmadı, o kadar yabancı geldi. Önümüzden tramvay geçti, bu hat yeni açılmış, görmediğimiz bir şey daha. 1,5 yılda şehri unutmuşuz. Sonunda parka girdik, keyifli yürüyüş o zaman başladı:
Park falezlerin üstünde kurulu, tepeden aşağıdaki koruluğa bakıp nostalji yaptım biraz. Beachpark'a dönüşeli beri otopark olarak kullanılsa da bu korulukta çok piknik yaptık zamanında. 12 Eylül'den sonra "Konyaaltı Koruluğu" olan ismi "12 Eylül Koruluğu"na dönüşmüştü, sonra tekrar özüne döndü 😃 Okaliptus, çam ve baharda sarı topçuklarıyla açan Kıbrıs akasyaları vardır burada. Çocuklar küçükken 3 aile neredeyse her hafta pikniğe gelirdik buraya, maksadımız çocuklar eğlensindi ama onlar arabadan çıkmaz, içinde oturup kaset dinler, pikniği biz yapardık 😄 Yıllar var ancak yukarıdan bakıyoruz, kırk yılın başı açık hava tiyatrosunda bir şey izleyeceksek içinden geçiyoruz.
Parkta en sevdiğim yerlerden biri, Kır Kahvesi'ne giden çınarlı yol. Sonbaharı ilk burada hissedersiniz. Zira çınar en çabuk yaprak döken ağaç oluyor güz mevsiminde. Yine silkelemişler saçlarını.🍁
Bir miktar yoruldum galiba, mola vermeli. Mola vermişken de yine 1,5 yıldır gelmediğimiz cafede bir gözleme yemeli değil mi, enerji almak lazım onca yolun üstüne 😊
Karnımız doydu, dinlendik de, dönüş istikametine vuralım o zaman. İki yanına günnük ağaçları dikilmiş kanal boyunca yürüyelim. Günnük ağacı sonbahara girerken renk cümbüşüne dönüşüyor. Yeşil, sarı, kırmızı, turuncu, pembe; dize derman, göze fer dedikleri cinsten 😄
Bir de şuna rastladım, şimdiye kadar hiç dikkatimi çekmemiş, ne ağacı olduğu konusunda da hiçbir fikrim yok. Bilen varsa yazsın bir zahmet.
Parkın bir bölümünde özel bir düzenleme yapılmamış, meşe ve akça kesme çalıları arasından patikalar uzanıyor. En sevdiğim bölümlerden biri, vaktim varsa mutlaka saparım oraya, bakın neşe palamutları olgunlaşmaya başlamış 😊
Yürü babam yürü, bitmedi park 😃, bitmesindi zaten. Asansör yapılınca kaldırıldığını sandığım, geçen yazılardan birinde bahsettiğim çardaklı, begonvilli geçit duruyormuş meğer, dizlerine güvenen insin sahile diye bırakmışlar:
Birkaç yıl önce bu tarz kameriyeli bir yol parkın içinde de vardı, baharda tepesinden mor salkımlar sarkardı. Ne yazık ki parkın yol genişletmesi nedeniyle iptal edilen bölümünde kalınca kaldırıldı. Öyle güzeldi ki, rüya tüneli gibi...
Çıkışa yaklaşırken şu kardeşlere rastladık, üçüncüsü de vardı, hem de en güzelleri ama çok ürkekti, kaçtı bizi görünce. Öbürlerinin umurunda olmadı, yumulmakla meşguldüler önlerindeki mamaya:
Son bir kez şehre baktık parkın içinden ve eve dönüş yoluna koyulduk, hava da serinlemişti zaten.
Üstgeçidin ayağında iki kadın bahçelerinden getirdikleri ürünleri satıyorlardı. Biz de avokado aldık. Parayı öderken kadın kocama döndü ve "Sen şu okulda öğretmen değil miydin, hala çalışıyon mu?" diye sordu. Pek şaşırdım, biz emekli olalı 16 yıl oldu, kadının dediğine göre oğlu 38 yaşına gelmiş ve adam maskeli, nasıl tanıdın yahu? "Benim oğlan senin talebendi, pek sık gelirdim ben okula" dedi. "Hah!" dedim, şimdi kadın avokadoyu kaldırıp kocamın kafasına indirecek ve "Nihaha, intikam soğuk yenen bir yemektir, sen benim oğlumu sınıfta bırakırsın haaa!" diyecek 😋 Öyle bir şey olmadı tabii ki, benim hayal gücüne bakmayın siz, yalnız kadının hafızasına diyecek bir şey bulamadım. "Beni hatırlamadın mı?" diye sordum, "senin adın neydi?" diye lütfetti, sonra "cık, bilmiyom" dedi, dersine girmedim zahir oğlunun ya da beni hatırlamaya değer bulmadı. Bir üçüncü şık var ki dile getirmek istemiyorum, fısıltıyla söyleyeyim kimse duymasın: "Yaşlandım, tanıyamadı", ahahaha 😂
Eve avokadolarımız ve cebimde günnük yaprakları, neşe palamutları, ateş dikenleri, mavi yaseminler ile döndük...😃