Yılın son ayına ulaştık bakalım, nasıl hızla geçiyor zaman, insan inanamıyor. Kasım ayında pek yetersiz bir okuma sayısında kaldım. Ankara'ya gelişim, burada yapmam gereken işler, buluşmalar, tiyatrolar, konserler derken kitap okuma işi biraz ikinci plana düştü. Olsun varsın, her zaman rekor kırılmıyor, biraz idareli olmak da lazım 😃
9 kitapla noktalamışım Kasım ayını, aslında o kadar da acınacak durumda değilmişim yahu, ben daha az olduğunu sanıyordum, sevindim şimdi 😃 Neler okuduğuma gelecek olursak:
-Kasım ayının ilk kitabı Ariana Harwicz'in "Geber Aşkım"ı oldu. Yeni doğum yapmış bir kadının, annelik, evlilik, aşk, aile, kadınlık gibi konuları cinnetin eşiğinde sorguladığı bir anlatı. Kitabın edebi yönüne ve çevirisine bir diyeceğim yok, oldukça iyi fakat çok tekinsiz ve sert, açıkcası ruhum daraldı. Bu tarz psikolojik irdelemelerden haz alıyorsanız buyurun okuyun...
-Sally Rooney'in "Normal İnsanlar"ı sosyal medyada o kadar çok övülüp göklere çıkarıldı ki almazsam, okumazsam kendimi eksik hissedecekmişim gibi bir duyguya kapıldım, kaldı ki çok satanlardan hep uzak durmuşumdur. Kitap İrlanda'nın küçük bir şehrinde yaşayan ve aynı okula giden iki gencin yıllar içindeki birbiriyle ve başkalarıyla olan ilişkilerini, dönüp dolaşıp birbirlerine geri gelişlerini ve bu esnadaki duygusal gelişimlerini, karakter yapılarını anlatıyor. Esas itibarıyla iyi bir kitap, değişik bir konu. Fakat o kadar yüksek bir beklentiyle başlamışım ki ben umduğum kadar parlak bulmadım.
-Carlos Ruiz Zafon yine Barselona'nın eski mahallelerinde, ara sokaklarında, tekinsiz köşelerinde geçen gizemli bir öykü anlatıyor "Marina"da. Yatılı okul öğrencisi Oscar'ın yolu Barcelona'nın ara sokaklarında gezerken Marina ile babası ressam German Blau'nun yaşadığı harap köşke düşer. Kahramanlarımızın gizemli ve ürkütücü macerası da ondan sonra başlar. Fantastik kurgu sevmesem de Zafon kendini zorla okutturuyor . |
-Aralara sıkıştırılmış bilimsel açıklamalar kitabın akıcılığına sekte vursa da "Sonsuz Aşk" ilginç konusu ve gerilimli kurgusuyla çok severek okuduğum McEwan kitaplarından biri oldu. Bir balon kazasıyla başlayan roman daldan dala atlayarak ilgiyi hep üzerinde tuttu. Ian McEwan'ın okunmadık kitabı kalmasın o zaman :)
-Sanırım "Beni Kör Kuyularda" Hasan Ali Toptaş'dan okuyacağım son kitap olacak. Haliyle bu benim fikrim, kitabı okuyanlar arasında çok beğenenler çoğunlukta ama bende dönüp dönüp aynı şeyi okuyormuşum gibi bir duygu yarattı. Oğulları zamanında evi terkedip gitmiş ailenin kızları da babasına yemek götürmek için evden çıkar ve korkunç bir üzüntüyle, acıyla, yıkılmış olarak eve döner-sebebini yazar okura bırakmış-ailenin tüm üstelemelerine rağmen konuşmaz, gözlerinden yaş yerine taşlar dökülmeye başlar. Bunu duyan mahalle halkı da bu olayı seyirlik bir gösteriye dönüştürür. Zamanla işler büyür, birtakım karanlık güçler bu durumu kazanç kaynağına çevirir vs vs... Ben okurken yoruldum arkadaşlar, sizi bilemem, büyülü gerçeklik Latin yazarlara daha çok yakışıyor sanki...
-Şermin Yaşar'ı "Tarihi Hoşça Kal Lokantası" isimli kitabıyla tanımış ve oradaki öyküleri de çok beğenmiştim ama "Gelirken Ekmek Al"a başka bir sıcaklık duydum. Hüzünle gülümsemenin elele verdiği, zekice metaforlarla şahane kurgular yapılmış öyküleri çok severek okudum. Öyküde çok seçici bir insanım, tercihim uzun soluklu romanlardan yanadır ama bu öyküleri siz de okuyun derim...
-Üç güzel Stefan Zweig öyküsü, özellikle kitabın adını taşıyan "Lyon'da Düğün"ile "Wondrak" isimli son öyküden çok etkilendim. İş Bankası öyle güzel kapaklarla basıyor ki, kitapları bir süs eşyası gibi sergilemek istiyor insan :)
- Feridun Oral'ın yazıp, çizip, fotoğrafladığı "Bir Demet Kuru Soğan"çizimleriyle, fotoğraflarıyla, kafa karıştıran soruları ve Ali Bey'in sıradan ama sıradışı öyküsüyle çok keyifli bir kitap, tam koleksiyonluk...
-Irmak Zileli'nin yeni kitabı "Son Bakış"ı derin bir hüzünle okudum. Gürcistan'dan gelip kayıt dışı yaşlı bakıcılığı yapan genç bir kadının, bir dansçının ölüme giderken iç sesinden geçmişini okuyoruz. Yabancı diye görmezden geldiğimiz nice hayatların dramına ortak etmiş bizi yazar. Çok etkileyici buldum.
"Son Bakış" Kasım ayının son kitabı olmuş, yılın son ayında daha fazla okuyabilmeyi diliyorum.
Bu kitaplara ilaveten Ankara'da tam gaz etkinlik dolu günler geçmekte. Cermodern'de "Bir Şehir Kurmak: Ankara" ve "Göbeklitepe" sergilerini gezdik kızkardeşle. Ankara sergisi oldukça kapsamlı ve güzeldi. Eski Ankara fotoğrafları, o yılların binalarının maketleri, Ankara'ya emeği geçmiş kişilerin yaşam öyküleri iyi bir düzenleme ile sunulmuştu. Fotoğraflardan birini özellikle kayda aldım, biraz da hüzünle. Artık yerinde yeller esen, çocukluğumuzun en büyük eğlence kaynaklarından, onlarca ziyaret gerçekleştirip piknikler yaptığımız, gelen misafirlerimizi götürdüğümüz, Hint hükümetinin Türk çocuklarına armağanı fil Mohini'nin yuvası AOÇ Hayvanat Bahçesi'ni:
Aşağıdaki fotoğraf sergiden bir görüntü:
Göbeklitepe sergisine gelince, daha detaylı, daha bilgi verici bir sergi göreceğimizi ummuştuk, aşırı hevesle gitmiştik. Her iki sergi için kişi başı 30 lira ödeyerek girdik, sanırım bu fahiş fiyat Göbeklitepe sergisi için yapılan harcamaya binaen idi. Sergiye girerken broşürdeki senaryoyu okumamızı söylediler, onun dışında ne yön gösteren bir ok, ne de bir açıklama yoktu.
Yıldızlı gökyüzü simülasyonunda boydan profilimi görmektesiniz. Böyle labirentimsi bir tünelden geçerek asıl simülasyonların olduğu bölüme geliyorsunuz. Garip sesler, ellerinde balta ile koşturan taş devri insanı gölgeleri falan, laf aramızda biraz ürktük 😃 Sonra ortaya dizilmiş dikilitaşlara elinizi dokunarak görüntüyü başlatıyorsunuz, avcılık ve toplamacılıkla başlayıp ateşin bulunmasıyla devam eden bir senaryo. Açıkçası Göbeklitepe hakkında pek bir bilgi edinemeden ayrıldık bu görkemli sergiden. Getti koç gibi 60 lira 😂 Şaka bir yana Cermodern'i ziyaret etmeyi her daim seviyorum. Ankara sonbaharının en renkli bitkileri ateş dikenleri de açmış ki gözlere ziyafet:
Hafta sonu Şinasi Sahnesi'nde Bertold Brecht'in yazdığı "Küçük Burjuva Düğünü" isimli oyunu izledim, diğerlerine nazaran daha iyiydi.
Pazar günü önce Ayrancı Antika Pazarı'nı gezdim, fiyatlar oldukça tuzlu idi, küçük bir kuş biblosu ile el yapımı kuş desenli bir tabak ganimetiyle ayrıldım. Sonrasında saçımı boyatmak için gittiğim kuaförde o kadar üşüdüm ki ertesi gün dudağımda nurtopu gibi bir uçuğa sahip oldum.
Geçen haftanın yoğun günlerinden sonra sakin bir hafta geçirmeyi umuyorum, şimdiden ikinci kitabı yarıladım bile. Eh epeyce uzadı bu yazı, güzel bir gün dileyerek ayrılayım huzurdan...