Sanırım Covid ya da ne idüğü belirsiz bir başka virüs hepimizi hedef aldı, ara vermeksizin tarıyor, "Ben tek, siz hepiniz" diye pis pis sırıttığından da eminim. Geçen haftaya göre daha iyiyim, yıkılmadım ayaktayım ama hâlâ o adi virüsün izlerini taşıyorum. Saman dolu bir kafa, ara sıra gelen öksürük krizi ve tıkalı bir burun. Sürekli tuzlu su çekmekten kendimi salamura gibi hissetmeye başladım. Buna da şükür, en azından günlük hayata geri döndüm, önceki halimi düşününce. Bana gelen yorumların, Instagram, Twitter ve Facebook paylaşımlarının pek çoğu virüs ve hastalık şikayeti. Bu kış pek pis geçecek anlaşılan. Zaten hiç hoşlanmadığım gri Ankara günleri de başladı. Hiçbir zaman kışçı olmadım, tüm sıcağına rağmen güneşle şarj olan, iflah olmaz bir yazcıyım ben. Akdeniz'in sıcak denizlerine yelken açmadan önce havası kok kömürüyle zehirlenmiş, her soluk alışta kurum yuttuğumuz, yağan karın ertesi gün çamurlu bir bulamaca, ardından da taş gibi bir buza dönüştüğü Ankara kışlarından çok çektim. Okula ya da bir süre çalıştığım işyerime ulaşmak için tırmanmak zorunda kaldığım dik yokuşlar ve merdivenlerden kaç kez kayıp düştüm bilmiyorum. Kaymamak için botların üstüne geçirilen çoraplar, ıslanan ve üşüyen ayaklar, kıpkırmızı burunlar, eldivenin içinde buza kesmiş parmaklar, balık istifi toplu taşım araçlarının nemli, pis kokusu, çamurlu camlar, buz tutan çamaşırlar, musluktan akan, insanın damarlarını uyuşturan sular, hiçbirini unutmadım. Sobadan kat kaloriferine ve doğal gaza geçişle hava kirliliği azalmış, ev içi konforu artmış da olsa ben yine de kış güzellemesi yapamayacağım. Bu yıl zorunlu nedenlerle Antalya dönüşünü erteledik, sanırım Ocak ayında ancak olacak gidişimiz, o nedenle fazla laf etmeyeyim Ankara kışlarına, intikamı korkunç olmasın 😀
Perşembe günü Opera Sahnesi'nde Modern Dans Topluluğu'nun 30. yılı nedeniyle hazırlanan gösteriyi izledik. Aslında klasik baleyi daha çok severim ama modern dans da kaçırılmaz yerine göre. 30 yıl içinde sergiledikleri temsillerden bir kolaj seyrettik. Özellikle son bölümde, Şehnaz Longa eşliğindeki hareketli gösteri şahaneydi. Opera Sahnesi'ni çok seviyorum, binanın dışını ayrı, içini ayrı.
Mimar Şevki Balmumcu'nun Sergievi olarak tasarladığı bina 1947-48 yıllarında Paul Bonatz tarafından Opera Binası'na çevrilmiş, Yukarıdaki maket de fuayenin bir köşesinde yer alıyor.
Salonun tavanından bir detay. Aydınlık ve ferah bir bina Opera, ayrıca çok da şık. Bir gün önceki tiyatro izleme felaketinden sonra yol yordam bilen seyirciyi görünce moralim düzeldi. Bir de bilet işlerini düzene koysalar. 15 gün sonraki bir başka balenin online biletlerinin açılacağı saati bilgisayar başında bekleyip anında açtığımda tüm yerler doluydu, ne ara doldu anlamadım. Var bu işte bir iş de biz bilemiyoruz.
Çıkışta bizi almaya gelecek oğlumu beklerken bir başka görkemli yapıyı seyrettik, şimdilerde Kültür ve Turizm Bakanlığı binalarından biri olarak kullanılan, mimar Arif Hikmet Koyunoğlu tarafından Hariciye Vekaleti olarak yapılan şu güzelliği:
Ulus Erken Cumhuriyet Dönemi'nin en görkemli binalarına ev sahipliği yapıyor esasen, keşke bir açık hava müzesi olarak değerlendirilebilse...