Hıdrellezle ilgili hiçbir ritüeli yerine getirmemiş, dilek dahi dilememiş biri olarak saygılar sunuyorum, şimdiye kadar istedik ne oldi? Saldım dileklerimi çayıra, ola ki mevlam kayıra...
Gelelim Nisan ayında okuduğum kitaplara, kendileri 11 adet, kolaja sığsın diye birini iki kere ekledim:
-"Köpek" ayın ilk kitabı oldu, Kolombiyalı yazar Pilar Quintana'nın kaleme aldığı kitap yoksulluk içinde, kocasıyla bir kulübede yaşayan, zengin bir konağın temizlik ve bekçilik işlerini yapan çocuksuz bir kadının büyük bir hevesle evlat edindiği köpeği ve ona karşı değişen duygularını konu alıyor. Sevdin mi derseniz, idare eder diyeceğim...
-"Bütün Bir Ömür" küçük yaşta annesini kaybeden, zalim bir akrabanın yanında büyüyen Andreas Egger fiziken güçlü ama ruhen kırılgan bir adama dönüşür. Yalnızdır, dağlara sığınmıştır, dünya hırslarından uzaktır. Aşık olup evlendiği Marie hamileyken çığ altında kalıp ölünce iyice yalnızlaşır, savaşa katılır, esir düşer, çalışma kamplarına yollanır. Evine döndüğünde iyice yalnızlaşmıştır. Kısa ama çarpıcı bir roman, okunası...
-"Görünür Bir Yerde" bu aralar öyküye olan ilgisizliğime rağmen severek okuduğum bir kitap oldu. Eda İşler her bir öyküsünü ayrı ayrı oya gibi işlemiş. Öykü sevseniz de, sevmeseniz de okuyun derim...
-"Yazarlarevi Cinayeti", Oya Baydar'ın son kitabı. Hemen hemen tüm külliyatını okuduğum Oya Baydar'ın bu kitabını okumadığım ilk kitabı ile birlikte satın almıştım. Değişik bir anlatım yapmayı seçmiş yazar, hafiften polisiyemsi bir hava seziliyor. Marmara Adası'ndaki yazlık evini eşinden ayrıldıktan sonra Yazarlar Evi'ne çeviren ve orada edebiyata meraklı gençleri eğitici çalışmalar yapan ünlü bir yazar Masa Kayası denilen bir yerden düşerek ölür. Kızı o zamana kadar ihmal ettiği babasından kalan evi boşaltıp satmak için adaya gelir ve işler o andan itibaren değişir. Yazar intihar mı etmiştir, kaza mıdır, yoksa bir cinayete mi kurban gitmiştir? Ben severek okudum, sizlere de tavsiye ederim.
-"Bavul", Rus yazar Sergei Dovlatov'un gerçek yaşamından izler taşıyan kitap, kahramanının bir daha geri dönmemek üzere ülkesini terk ederken bavuluna koymayı tercih ettiği eşyalar üzerinden geçmişini didikliyor. İronik yönleri de olan kitabı seveceksiniz.
-"Dünyanın Orta Yeri", bu ay en sevdiğim kitaplar arasında "Pinana" ile birlikte ilk sırayı aldı diyebilirim. Ne mutlu ki her ikisinin yazarını da tanıyorum. Aysun Kara önceki öyküleri "Ayizi"nden çıkan sevdiğim bir yazar ve arkadaş. Öykülerini de severek okumuştum ama "Dünyanın Orta Yeri"öykülerin pabucunu dama attı. Bitirdikten sonra yazarın anlattığı dönemde Kidonya'da (Ayvalık) yaşamak istedim. Poyraz eserken, zeytin ağaçları altında, denizin tuzlu kokusu burnuma dolarken Katya'yla, Eleni'yle, Ahmedaki'yle, Maria'yla, Lefterides'le, İkonomo'yla, Emine'yle, Ali'yle o dingin bahçelerde oturmak, kabak çiçeği dolması, ballı lokma yemek, balık çorbası içmek, onların anlattıklarını dinlemek ne güzel olurdu. Aysun Kara tarihle birleştirip öyle güzel bir dille anlatmış ki anlatacağını okumaya doyamadım. Ayvalık'tan gelen bir bahar esintisi gibi kondu yüreğime kitap...
-"Elveda Alyoşa" esasen yazarın ilk okumam gereken kitabı idi, ne var ki külliyatı bitirdikten sonra okumak kısmet oldu. Her öyküde hüzünlendim, kimi zaman gözlerim doldu, yazılanlar o kadar tanıdık ki, o kadar yüreğimde hissettim ki bu kadar geciktirdiğim için yazardan özür dilemek istedim.
-"Pinana", canım Ayşe Başak Kaban'ın fırından yeni çıkan tazecik romanı. Daha önceki blog postlarımda bunun için ayrı bir yazı yazdığımdan uzatmayacağım, o postu okumayanlar için link burada. "Pinana"yı okuyun, içiniz açılsın.
-"Görünmez Kentler" yine okumakta geciktiğim bir kitap oldu, ne yapalım geç olsun, güç olmasın. İtalo Calvino hayalinde yarattığı kentlerle bizi görünmez bir alemde seyahate yolluyor. Okuru biraz yoran ama hayal gücünü kışkırtan ilginç bir kitap.
-"Sicilya'da Bir Aşk Hikayesi"ni okurken kendimi geçmiş yıllara, yeni yetmelik çağlarıma ışınladım. Can Yayınları'nın "Klasik Kadınlar" serisinden çıkan, Ann Radcliffe'nin yazdığı kitap gizemli bir gerilim romanı. Issız bir yerde görkemli bir şato, hükümran bir baba, zorla evlendirilmek istenen güzel bir leydi, leydinin aşık olup birlikte kaçtığı genç kont, peşlerine düşen koca adayı dük, gizemli labirentler, haydutlar, yıllarca bir dehlizde mahkum edilen kadınlar derken kafam çorbaya döndü açıkcası. Bu kadar gizem ve gerilim bünyeye zarar. Bence okumayın...
-"Koyda" ayın son kitabı oldu, incecik ama çok güzel bir novella, hatta ayrı bir kitap haline getirilmiş bir öykü. Kitabı yarıladıktan sonra konu tanıdık gelince hatırladım ki daha önce yazarın "Bahçe Partisi" isimli kitabında okuduğum öykülerden biriymiş. Katherine Mansfield'in öyküleri tekrar tekrar okunur, hiç beis yok ama bu tek öyküyü okuyacağınıza bence "Bahçe Partisi"ni alıp daha çok öyküye kavuşun.
Kitaplarımızı anlattıktan sonra meraklısı için birkaç fotoğraf eklemek istiyorum. Malum benim Ankara zamanım geldi, gitmeden hem kendimi, hem sizin gözlerinizi Antalya ile şenlendireyim: