Allahım Yaleppim ne gadan da sıkıcı üç gündü. Davulcu da dahil kapıyı çalan olmadı, biz de son güne kadar açıp dışarı çıkmadık. Büyüklerden sonuncusunu da geçen yıl öbür aleme yolcu edince telefonla kutlayacak babamız bile kalmadı :( Neyse ki WhatsApp'tan bile olsa leylak uzatan bir minnoş vardı da onunla avunduk. 2,5 gün boyunca çok gezdim, ne salon kaldı uğramadığım, ne mutfak, ne yatak odası, ne oturma odası, ne banyo, ne balkon. Gez gez tabanlarım ağrıdı 😂O kanepeden bu koltuğa, o yataktan bu sandalyeye elimde kitap devrilip durdum. Kitabım da gündelik halime pek uygundu: "Dinlenme ve Rahatlama Yılım". Şimdi elinde bu kitap varken, kahramanı da narkotik ilaçları alıp alıp derin uykulara dalarken ben ne yapacaktım, koşuya mı çıkacaktım, spor mu yapacaktım. Tabii ki yan geldim. Laf aramızda kitap çok güzeldi, okuyum derim.
Sonunda üçüncü günün öğleden sonrasında biraz kendimize geldik. Kocam Bey üst kattaki boru sızıntısından dolayı kabaran antre tavanını kazıyıp alçı çekerken kendisine yancılık yaptım. Tavan deyince minik bir bölüm, komple tavan değil tabii ki. İşlem tamama erince yemek yemek için dışarı çıkacaktık ki alt katımızda oturan yiğenler bayram ziyaretine geldi. Böylece ilk, tek ve son ziyaretçimizi ağırlamış olduk. Onları yolcu edince de çıktık evden, açık bulduğumuz bir mekanda karnımızı doyurup yürüyüş olsun diye dönüş yolunu uzatmaya karar verdik. Sonra ayaklarımız bizi parka götürdü, iyi ki de götürdü. Pek güzeldi.
Bu ağacın adı yalancı orkide. Rüya gibi oluyor tamamı açınca. Hafta sonu da jakarandaları görmeye öbür parka gideceğim. Bize Ankara yolları göründü, şehri hafızaya almak gerek giderayak.Parka Üçkapılar'dan girip Kaleiçi boyunca yürüyerek ulaşırsanız sizi bu manzara karşılar, bunca senedir Antalya'da yaşıyorum, her seferinde büyülenirim bu görüntüye. Sağ taraftaki yarısı, hatta çeyreği görünen bina 2. Yüzyıldan kalma Hıdırlık Kulesi. Yanında arkeolojik kazı yapılıyor. Antalya'ya geldiğimiz ilk yıllarda o kalıntıların üstünde bir çay bahçesi vardı, hemen her hafta sonu gelir, Bey Dağları'na karşı çayımızı içer, çay bahçesinin tam karşısındaki küçük Lunapark'ta da oğlumu oyuncaklara bindirirdik. O bahçe uzun süre faaliyetini sürdürdü, sonra yıkıldı, yeri yeşillendirildi. İki üç yıldır da kazı alanı oldu. Bakalım kazıldıkça neler çıkacak.
Dönüşümüzü Kaleiçi'nden yaptık. Yüzlerce defa gittim belki, hâlâ hiç girmediğim sokaklar olduğunu görüyorum. Eğlenceli bir labirent gibidir Kaleiçi sokakları, karşınıza her an bir sürpriz çıkabilir.
Eve pestilim çıkmış bir şekilde dönmüşsem de değdi doğrusu.
Bayram boyunca her sabah "Başka Sinema Online"dan satın aldığım filmleri izledim. İlk gün Fran Kranz'ın yönettiği ABD yapımı "Buluşma"yı seyrettim. Bir okul baskınında ölen ve öldüren çocukların ailelerinin biraraya gelişini konu alan bir filmdi. Uzun ve dialog ağırlıklı bir film olmasına rağmen sarsıcı idi. İkinci günün filmi Sean Penn'in yönetip kızı Dylan Penn ile birlikte rol aldığı "Flag Day/Bayrak Günü" idi. Gerçek bir öyküden uyarlanmış filmde kalpazanlık ve düzenbazlık yapan bir adamın öyküsü kızı tarafından anlatılmakta idi. Bayramın son gününün kısmetine Avusturalya yapımı "Nitram" düştü. Zihinsel özürlü bir gencin-Nitram'ın- 1996'da Tasmania'da gerçekleştirdiği Port Arthur Katliamı'nı konu alıyordu, bu da gerçek bir olaydan uyarlanmış ve başrol oyuncusuna Cannes'de En İyi Oyuncu Ödülü getirmiş. Doğrusu filmlerin üçü de tam bayramlıktı; kan, kin, sahtekarlık, ölüm ne ararsan otuziki kısım tekmili birden maşallah 😖
Bir bayramı da sıkıcı bir şekilde eda ettikten sonra artık yavaştan Antalya ile veda turlarına başlamak durumundayım. Haydi bakalım ya kısmet...