Serin ve kapalı bir sabaha kulağımda çalan şu müzikle uyandım, Ruhi Su anılmak istedi sanırım:
"Kulakta mengüş küpeler/Bir bir yandan, bir bir yandan" diye mırıldanarak önce banyo, sonra mutfak tarafına yöneldim. Bir hafta süren baharlık reklam yayını sona ermiş, mevsim aslına rücû etmişti, hem de ilk cemreye bir kala. Gece şakırdayan yağmur dinmiş, yerini kapalı, puslu bir hava almış. Pencereye yanaştığımda artık evlat edindiğimiz kumru Moklukuyruk (bir diğer kumru sıkı gübrelemiş kuyruğunu, on gündür öyle dolanıyor) balkon korkuluğuna tünemiş, "Nerde kaldı kahvaltım?" bakışlarıyla beklemekteydi. Özür dileyip ekmek ıslattım, gittim koydum denizliğe. Daha ben balkon kapısını kapatmadan başladı yemeye, çok acıkmış belli, birini yutmadan diğerini gagalıyordu. Derken doydu sanırım, uçup gitti. O gider gitmez kaç gündür görünmeyen Paf ile Pof teşrif etti. Ardından serçeler sökün etti, bir, iki, beş derken balkonumuzda bir serçe curnatası yaşandı. Sonuçta yediklerini yediler, yemediklerini aşağı fırlattılar, balkon tertemiz oldu. Ben de çayı demlemek için terkettim "Camdaki Kız" modumu. Neredeyse su demliyordum ki son anda ayıldım, demliğe çayı koymadan kuşları izlemeye koyulmuşum.
Yere düşürdükleri ekmeklerden de mahallenin diğer kuşları nasipleniyor, apartmanın önünde bir kuş kalabalığı her zaman, buna alıştık da iki gün önce yürüyüşten dönerken baktım bir kara tavuk giriş kapısına yanaşmış, kuşlardan artanları gagalıyor. İyice organik oldu mahallemiz, gezen tavuğumuz bile var 😃🐔 Kocam Bey'e danıştım "Ne alaka bu tavuk apartmanların arasında?" diye, ilerdeki bahçeli eski apartmanlardan birinde kümes yapmış besliyormuş birisi. Saçma sapan zamanlarda uzun uzun öten horozun esbab-ı mucibesi de anlaşılmış oldu böylece. Haydi horoz kendi çöplüğünde ötüyor da, yavrum tavuk sen niye elin çöplüğünde eşiniyorsun, bas git kümesine, kuşların rızkına ortak olma 😃
Baharı taklit eden haftanın son günlerinden birinde uzun zamandır görüşmediğim bir arkadaşımın teklifiyle gitmeyi alışkanlık edindiğimiz cafede buluştuk yine. Antalya kışın da açık havada oturmaya müsait olduğundan şanslı sayılırız pandemi döneminde. Gerçi artık kimsenin kapalıya, açığa, maskeye falan dikkat ettiği yok, bir biz varız galiba hala titizlenen.
Hep aynı manzarayı görmekten sıkılmış olabilirsiniz ama ne yapayım ki Antalya böyle bir yer, denize yakın olduğunuzda batıya bakarsanız Bey Dağları'nı, doğuya bakarsanız şehri görürsünüz. Hatta bir arkadaşım Antalya'ya geldiğinde "Şehrin neresine gidersek gidelim Bey Dağları'nı görüyorum, hep aynı yere geldim sanıyorum" demişti. Eh Bey Dağları da Mona Lisa gibi bir şey, siz ona ne yönden bakarsanız bakın, o hep size bakıyor 😄
Gördüğünüz gibi sahil çok kalabalıktı, hatta denize giren vardı ama hava oldukça sıcaktı, deniz için aynı şeyi söyleyemeyeceğim tabii ki.
Oscar filmleri izlemeye devam, neredeyse bitmek üzere ama bulamadıklarım var. Belki onlar da bir süre sonra bulunur hale gelir. "Tick, Tick...Boom!"u izledim dün, sinemada müzikal sevmem pek, o yüzden filmi biraz görev icabı izledim ama Andrew Garfield'in oyunu iyiydi (o çocuğu sevemedim bir türlü, nedense itici geliyor. Hele "The Eyes of Tammy Faye" filminde felaketti, rol icabı olsa da.) "Dune"a başladım ve ancak ilk 20 dakikasına dayanabildim, zira bilim kurgu ve fantastik türüne de bakışım pek dostça değil. Varsın Oscar alırsa da izlememiş olayım. Timothy Calamet aşkına bile çekemedim. "Parallel Mothers" sıradan bir filmdi ve Penelope Cruz sanırım hayatının en sıradan oyununu oynamıştı, yoklukta aday yapmışlar işte ve keşfettim ki bacakları Skoda (kısssskannnçlık😂) Şimdilik Spencer ve West Side Story ile Uluslararası yarışma filmlerinden iki tanesi kaldı izlenecek. Bulursak ne ala, bulamazsak da zaman içinde izleriz elbet. Benim adaylarım değişmedi. Film olarak "Belfast" diyorum ama mihtemelen "Drive My Car" alacak. Yönetmen Kenneth Branagh ama Hamaguchi alacak. En iyi kadın oyuncu adayım Jessica Chastain. Olivia Colman da iyiydi ve muhtemelen o alacak ödülü ama Olivia her zamanki rollerinden farklı bir performans göstermemiş, Jessica'yı ise filmin künyesinde görmesem tanımam mümkün değildi ve çok farklı bir canlandırma yapmıştı. En iyi erkek oyuncu dalında Serena ve Venüs Williams'ın babaları rolünde gösterdiği performansla Will Smith adayım, lakin yine bir türlü sevemediğim Benedict Cumburlop 😀a verecekler (insana bu kadar zor isim mi konur yahu). Sen de kimseyi sevmiyorsun diyeceksiniz ama sevmek ZORUNDA MIYIM? Dilber Ay'a da bir selam çakmış olayım, sinemaya da gidemiyorum ki hâlâ filmini izleyeyim, pek severdim rahmetliyi. Yardımcı erkek oyuncularda adayım-ki hepsini izledim-CODA'daki oyunuyla Troy Kotsur'a. Eğer ona gitmezse ödül küseceğim Akademi'ye bir daha değil kırmızı mum, altın mumla davet etseler katılmayacağım törenlerine 😋 Yardımcı kadın oyuncu dalında "King Richard"da anne rolündeki Aunjanue Ellis ile "Lost Daughter"deki Jessy Buckley arasında kararsızım. İlk isim biraz daha ağır basıyor.
Şimdilik bu kadar izledikçe fikrim ve zikrim değişebilir. Kitap olarak şu aralar okur alemlerinde fırtına gibi esen "Shuggie Bain"e başlamıştım ama kargo Isabel Allende'nin Türkçe'de yayınlanan son kitabı "Denizin uzun Taçyaprağı"nı getirince önceliği ona verdim, ne de olsa tanışıklığımız uzun yıllara dayanır, bu torpili hak ediyor. Allende birkaç kitabından sonra eşsiz tipik anlatımına kavuşmuş diyebilirim. Soluksuz okuyorum.
Biz gri bir hafta sonuna girdik, dilerim sizinki güneşli ve aydınlıktır...