Şu satırları yazmaya başlarken saat sabahın 7'siydi. 5'te uyanıp bir süre yastık ve yorganla kavga ettikten sonra daha fazla direnmenin nevresim eskitmekten başka bir işe yaramayacağını anlayıp kalktım yataktan. Uzun zamandır ilk kez-zorunlu durumlar hariç-bu kadar erken kalkıyorum. Bir müddet havanın hala karanlık olmasına şaşırdıktan sonra çayı demledim, kendime bir kahvaltı tabağı hazırladım, ortalığı alelusul toparladım ve çayımla kahvaltımı alıp geçtim bilgisayarın başına. Başlangıçta her şey güzel gidiyordu. Facebook'ta, Instagram'da, Twitter'de gezindim. Bir-iki blog okudum, seyretmeyi düşündüğüm filmin linkini ararken fazla mı acele ettim nedir, elim sol tarafta duran çay kupasına çarptı ve bingo. Henüz yeni doldurulmuş koca bir kupa dolusu çay sol yandaki puangın üstüne zarif bir pirüetle inip bir güzel döküldü. Hem arka, hem alt minderler sırılsıklam. İlave olarak sırt kısmına dayanmış yastık ve köşeye kurulmuş sakin sakin kitap okuyan peluş tavşan Zekai de sırılsıklam. Bir kupa çay ne çok zemini ıslatabilirmiş meğer. Bir an panikledim, daha afyonum patlamamış üstelik sabahın seherinde. Sonra söktüm minderi iskeletten koştum banyoya. Yok yıkamak ya da silmekle olmayacak, açtım fermuarları soydum kılıfı, bereket iç süngerlere geçememiş kumaş kalın olduğundan. Teptim makineye, yanına arkadaş olarak çifte baykuşlu yastık kılıfını verdim, makineyi çalıştırdım ve Zekai'ye banyo yaptırmaya gittim. Şu anda koltuk kılıfı, yastık kılıfı ve Zekai çamaşır ipinde kurumak üzere asılı duruyorlar. Bense kargalar kahvaltısını yapmadan başardığım bu nadide vukuat için kendimi kutlamakla meşgulum.
Kaç gündür sakarlığım üstümde zaten, bunda biraz da şu aralar zirve yapmış carpal tunnel sendromlu ellerimin rolü var. Geçen gün tarhana çorbası pişiriyordum, su kaynayıp erittiğim tarhanayı ilave edeyim derken kaseyi olduğu gibi tencerenin içine düşürdüm. Çorba volkan patlaması gibi havalanıp tüm ocağı ve duvar fayanslarını tarhanaya buladı. Üstüne üstlük tası tencereden çıkarayım derken elimi yaktım. Neredeyse bir saat ocak temizledim, tabii kaynar suya lak diye düşen tarhana erimedi, topak topak bir acaip çorba içmek zorunda kaldık. Bardak kırıyorum, kahve taşırıyorum, yemeği ocakta unutuyorum falan filan. Astrolojiden anlayanlar söyleyin bakalım ne etkisi bu, Merkür? Venüs? Dolunay, Yeniay? Ne zaman kurt kadına dönüşeceğim, yoksa ben bir cadı mıyım?
Dün uzun zamandır ilk defa sokağa çıkıp uzun bir yürüyüş yaptım. Birtakım alışverişler yapmam gerekiyordu. Öncelikle evde sular kesik olduğu için (evet asfalttaki kazı işi hala bitmedi ve sık sık sular kesiliyor) kuaföre uğrayıp saçımı yıkattım. Kalfa kız kuruturken kahküllerimin bir bölümünü yaktı. Ortalığı bir mangal kokusu sardı önce, sonra güya bana çaktırmadan yaktığı bölümü tarakla temizlemeye çalışıyordu ki eline yapıştım. Zaten iyice seyrelmiş tepe saçlarımı bir de tarağın zülmüne uğratacaktı. Saçlarıma kibar davranmasını, yoksa onun saçlarını kesip kendi saçıma ekleyeceğimi söyleyerek korkuttum (hee, ödü koptu😀). Neyse fazla zayiat yok, ufak bir tutamın ucundan bir santimlik kadar kısmı feda edip kurtardık vaziyeti ama kokuyu almasam halim harapmış, zira fön makinesinin ağzı bile erimiş. Bu defaki sakarlığın müsebbibi ben değilim görüldüğü gibi ama kabak yine benim başıma, daha doğrusu saçıma patladı. Kuaförde saçlarımı üteleme işini bitirince otobüse atladım, neyse ki boş yer vardı, ters yön olsa da oturdum, bulantım başlamak üzereyken ineceğim durağa geldim. Meydana Ceza ve İnfaz Kurumlarının çadırları kurulmuş, ürettikleri ürünler sergilenip satışa sunuluyordu. Şöyle bir dolaşıp baktım, dişe dokunur bir şey göremedim. Gereken alışverişi yapınca acıktığımı farkettim, Subway'dan yarım boy sandviçle karnımı doyurdum, birtakım mağazaları gezdim. Paşabahçe'den kuş koleksiyonuma iki parça ilave ettim. Sonra ara yollara daldım, daha önce hiç girmediğim bir sokakta eski bir konaktan bozma tuhaf bir otele rastladım. Payandalarına altın rengi devasa kartallar yerleştirilmişti ve balkonlarından birinde elinde kılıç kalkanıyla yine altın rengi bir yeniçeri maketi mahalleyi kesiyordu. Evlerden ırak, o otelde kalmaya yürek ister 😀
Eve döndüğümde vakit epey ilerlemiş, yorgun ayaklarım da isyan etmekteydi. Günün son faaliyetlerini de sona erdirip "Cesur ve Güzel" izlemek için kanepeye yerleştim. Günün Çorbası Yeliz'in deyimiyle Kıvanç Tatlıtuğ'un bidon mavisi gözleri TV ekranında donup bölüm finalini haber verirken benim sıradan kahverengi gözlerim de uyku moduna geçmeye başlamıştı. Haydi kalın sağlıcakla, ben şu izlemek isterken vukuata sebep olduğum filmi izleyim...