Geçen yazımı okuyanlar biliyordur, bu aralar babam rahatsız, bir ameliyat olasılığı var. Bir süre İzmir'de hastanede yattıktan sonra sonuç alamadığımız için seçim nedeniyle Antalya aktarmalı Ankara yaptık. Ankara'ya gelişimiz ayrı bir maceraydı zaten. Yola çıkmadan önce tıkanan sondasını bir özel hastanenin acilinde açtırmıştık ama henüz yolun üçte birini almadan sonda bize yine bir numara çekti. Şehirlerarası yolda bir kez daha tıkandı. Çaresiz direksiyonu Keçiborlu Devlet Hastanesi'ne kırdık. Büyükçe bir apartmandan hallice, oldukça da bakımsız hastane bana Ayfer Tunç'un "Bir Deliler Evinin..." isimli romanındaki hastaneyi hatırlattı. Neredeyse ıssız denecek boşluktaki hastanede bizi güvenlik görevlisi karşıladı babamın koluna girerek acil servise götürdü. Orada iki genç, kadın acil teknisyenine halimizi anlattık. Görevli doktoru çağırdılar. Orta yaşlarının başında bir aile hekimi kadın çıktı geldi. Gerekli talimatları verdi ve 3 gün önce üniversite hastanesinde iki asistanın 2 saate yakın uğraşarak binbir güçlükle ve babamı adeta helak ederek taktıkları sondayı 5 dakikanın içinde şıpın işi değiştirip gerekli ayakta tedaviyi de uyguladıktan sonra güler yüzle yolcu ettiler. Demek ki yetkin kişilere denk geldikten sonra kurumun büyüklüğü küçüklüğü hiç önemli değilmiş. Olur ha, tesadüfen okurlarsa isimlerini bilmediğim o görevli sağlık personeline kocaman teşekkürlerimi bir kez de buradan yollarım.
Dün Ankara'da bir hastaneye müracaatla babamı tekrar yatırdık. Gerekli tetkik ve tahlillere başlandı, henüz son durum netlik kazanmadı ama ben 2 günde hastaneler konusunda bir sürü tecrübe kazandım. Tek kişilik özel bir odada kalıyoruz. Babamın yatağı dışında açılabilen tek bir koltuk var. Sırayla oturuyoruz :) Penceremiz başka bir hastaneye ve o kadar yüksekten bakılınca minyatür oyuncak arabalara benzeyen araçların parkettiği bir otoparka bakıyor. Doktorları ve hemşireleri tanıyabiliyoruz ama diğer görevlileri giysilerinin renklerinden seçiyoruz. Kazara farklı renkten diğer rengin hizmetini istersek kendileri tarafından ilgili renge yönlendiriliyoruz :) Bugün babamı konsültasyon için polikliniğe indirmem gerektiğinde tekerlekli sandalye istediğim kırmızı giysili mavi giysililere başvurmamı söyledi mesela. Beis yok, yavaş yavaş renklerin gizemini çözüyorum. Bir de şöyle bir durum var, kazara farklı renk diğer rengin işini görürse-mesela kırmızı mavinin görevini yerine getirirse rica üzerine-o işi yaptıktan sonra kapı önünde oyalanıp gereksiz açıklamalarda bulunuyor. Bunun Türkçe'ye tercümesi ise "yani ben biraz yoruldum, cebime doğru yapılacak ufak bir çalım dinlenmemi sağlar"şeklinde. İçinizden bu tarz davranışlara prim vermemek geçse de yazılı olmayan kurallar gereğince o çalımı yapmak zorunda kalıyorsunuz. Aksi halde bırak primi fazla mesai bile hayal :)
Neyse bin güçlükle tekerlekli sandalye temin edip bin güçlükle asansörde yer bulduktan sonra Anestezi Polikliniğinin önünde 3 saat sıra bekledik. Haliyle bekleme hallerinin ritüellerini de yerine getirdik. Yanımızda oturan iki adamdan yaşlı olanı bana dönüp: "Sen Samsunlu musun?" dedi. "Değilim, nerden çıkardınız Samsunlu olduğumu" diye sorunca da "Samsunluca konuşuyorsun da ondan" dedi. İçinizde Samsunluca bilen var mı? Nasıl bir dildir? Kulağı ağır işiten babamın sorduğu sorulara duysun diye bağırarak cevap verince bir diğeri "Babana bağırma" diye uyardı sağolsun. Kahve almak için kafeteryaya gidip döndüğümde rastladığım bir kadın ise beni babamın karısı sandı :) Meğer başka biriyle karıştırmış, "babanızın aynısından Nöroloji'de de var" dedi, hahaha :)
Kısacası yorgun, üzgün, huzursuz ve endişeli olsak da gülecek bir şeyler bulabiliyoruz. Taburcu olana kadar daha neler göreceğiz kimbilir. Aşağıdaki fotoğraf mı? O da servisin gün batarken Ankara manzarası...