Aşırı yoğunluklu Bursa gezisinin ardından daha yeni yeni kendime geliyorum, yorgunluktan öyle diplenmiş ki enerjim bir haftada ancak şarj olabildim. Elimde Zero'nun tavsiyesi üzerine aldığım bir kitap var, Ray Bradbury'nin "Karahindiba Şarabı". Ray Bradbury kitapta kendi çocukluğundan esinlenmiş ama okurken ister istemez siz de çocukluğunuza dönüyor, o tasasız, dertsiz, saf zamanlarınızı özlüyorsunuz. Hele de ülkenin kan-revan olduğu, her an acı haberlerin geldiği, berbat bir savaşın çoluk çocuk demeden insanları öğüttüğü şu günlerde ılık bir yaz esintisinde bir bardak limonata içmiş gibi oluyorsunuz.
Kitapta beni en çok etkileyen bölümlerden biri Douglas'ın, babasının işi nedeniyle başka bir şehre taşınacak olan arkadaşı John ile vedalaştığı sayfalardı. John taşınacaklarını son anda söyler Douglas'a, Douglas inanmak istemez, kendince çareler, çözümler arar ama faydası yoktur, John gider. Çok duygulandım okurken ve hemen hemen Douglas'la John'un yaşlarına döndüm, hiç unutamadığım ve bir daha asla izine rastlayamayıp tıpkı kitaptaki gibi yüzünü bile net hatırlayamadığım çocukluk arkadaşım Afife'yi anımsadım. Afife ile arkadaş olduğumuzda ilkokul 4. sınıftaydım. Saz benizli, ufak-tefek bir kızdı. Sarışındı galiba, zihnimdeki imaj öyle ama diyorum ya yanılabilirim. İnsan o yaşta arkadaşının dış görünüşünden ziyade onunla paylaştığı şeylere önem veriyor. İnsana bakar bakmaz güven veren upuzun boylu bir babası vardı, birkaç kez okula gelmiş ve kızının arkadaşı olduğum için bana özel bir yakınlık göstermişti, kendi halinde, efendiden bir adamdı. Çok seviyordum Afife'yi, bir gün okul çıkışı sohbete doyamamış olacağım ki "Haydi bize gidelim" dedim. Hiç ikiletmedi, "Olur" dedi ve çantasını eline alıp peşime takıldı. Şaşırmıştım, ben öyle anneme haber vermeden kimselerin evine gidemezdim, haber verdiğimde de pek izin koparamazdım zaten. O gün Afife ile pek güzel vakit geçirdik, evcilik oynadık, kitaplar karıştırdık, konuştukça konuştuk. Sonra "artık gideyim" dedi ve çantasını eline alıp yola düştü. Sanırım ana karnından gelen bir evham duygum olacak ki pencerenin önüne oturup arkasından baktım ve bir süre sonra "ya yolda başına bir şey gelirse, araba çarparsa, biri kaçırırsa, benim yüzümden olacak" diye başladım ağlamaya. Annem sesime geldi ve "ne oluyor?" dedi hayretler içerisinde. "Ya yolda Afife'e araba çarpar da ölürse" dedim ve bu sefer daha yüksek sesle ağlamaya başladım. Annem beni nasıl teselli etti hatırlamıyorum, eminin deli olduğumu söylemiş ve kızmıştır. Sonuçta Afife ertesi gün sağ salim okula geldiğine ve olumsuz bir şeyler anlatmadığına göre ben hakikaten deliymişim :)
Babama uzun süre dil döküp o yıllarda yeni yeni basılan çizgi roman formatındaki Mickey Mouse dergilerinden aldırmıştım. Afife de okumak istedi ve kendim okuyunca ona ödünç verdim. Aradan günler geçiyor fakat dergim bir türlü geri gelmiyordu. O zamandan kitaplara düşkündüm ve elden çıkmasına razı gelemiyordum. Afife kitabımı geri getirmesini istedikçe bahaneler buluyor, bir türlü getirmiyordu. Sonunda itiraf etti, dergiyi küçük kardeşi yırtmıştı, "babam maaşı alınca sana ödeyeceğim" dedi. Bunca yıl geçti üzerinden hala en utandığım davranışlarımdan biridir Afife'ye "canın sağ olsun" dememiş olmam, kitaplara olan aşkım ve küçük yaşım zorla kavuştuğum derginin yok olmasına dayanamıştı galiba. Afife bir aybaşı sonrası elinde benim derginin yeni sayısıyla geldi, babası maaşı almış ve yırtılan sayı bulunamadığı için yenisini alarak borcunu ödemişti. İçin için sevindiğimi hatırlıyorum yeni bir sayı okuyacağım için, o yaşımın tek fesatlığı olarak içimde durur bu olay.
Sonra bir gün, okul döneminin ortasında Afife geldi ve "ben yarın okula gelmeyeceğim" dedi, tıpkı "Karahindiba Şarabı"ndaki John gibi. Şaşırdım, "neden?" dedim, "babamın tayini çıktı, başka şehre taşınıyoruz" dedi. Tıpkı John gibi. Ben inanmadım, inanmak istemedim, tıpkı Douglas gibi. O kadar inanmak istemedim ki bir adres, bir telefon numarası bile almadım, hatta yanaklarından öpüp veda bile etmedim. Ertesi gün okula gittiğimde yine onu yanımdaki sırada bulacağımdan emindim. Ama yoktu, gerçekten gitmişti. O günden bu yana ne gördüm, ne de bir haber aldım ama yüreğimin bir köşesinde hep sakladım, hala da saklıyorum.
John gittikten sonra Douglas kardeşi Tom'dan şöyle bir şey için söz vermesini ister: "Kardeşim olabilirsin ve belki bazen senden nefret ediyor olabilirim ama etrafta ol, tamam mı? Etrafta ol ve sana bir şey olmasına izin verme.""Bana güvenebilirsin" der Tom. "Kaygılandığım sen değilsin" diye cevap verir Douglas, "Tanrının dünyayı yönetme şekli".
Sevdikleriniz hep etrafınızda olsun...