Fotoğraf çok eski bir derginin kapağı, leylaklara (belki de sümbül elindeki ama ben leylak olarak kabul ettim) düşkünlüğümü bilen kızkardeş yolladı. Milli Kütüphane'de bir araştırma için tozlu dergileri karıştırırken rastlamış. Türkiye mecmuasının 10 kuruşluk 47. sayısı. Yılı çıkmamış fotoğrafta muhtemelen 40'lar ya da 50'lerin başı ve bahar aylarından biri, olasılıkla Nisan. Kadının saç modelinden tahmin edebiliyorum, annemin de benzer ondüleli saçlarla fotoğrafları var o yıllardan kalma. Dingin, ışıklı yüzü, gerçek olamayacak kadar biçimli, yay kaşları, huzurlu gülümsemesi o yıllara ışınlanma isteği uyandırıyor içimde. Bu tarz dergilerle büyüdüm aslında, apartman komşumuz Semra ablanın babası bir yerlerden bulup getirirdi bu eski dergileri. Koca ciltleri yüklenir, her bir sayfasında dakikalarca oyalanarak bakardım eski kadınlara, eski giysilere, eski reklamlara. Annem "La Famila" adıyla andığı bir dergiden bahsederdi, içinden patronlar, işlenecek kumaşlar ve iplikler çıkan. Pek özenirdim, keşke şimdi de olsa derdim. 12-13 yaşlarında bir kız için gereksiz bir özenti. Esasen ne çeyiz kafasına sahiptim, ne de bir an önce evlenmek gibi bir düşüncem vardı. Kitaplar arasında kaybolmuş, örgülü saçlı bir gözlüklüydüm ama ruhumun bir yanı domestik kalmış olmalıydı ki ortaokulda başladım ufak tefek dikiş işlerine, liseyi bitirdiğimde her şeyimi kendim dikebiliyordum (Şu anda söküğümü dikmeye üşendiğimi de belirtmeden geçemeyeceğim). Yaz tatillerinde hanım kızlar olarak elimize tutuşturulan kaneviçeler-ki her daim nefret ettim-çin iğnesi örtüler, tül işleri beni nakıştan ebediyen soğuturken dikişe olan hevesimi hiç köreltmedi. Nakış işlenen takımlar iki parçadan öteye geçemedi doğal olarak, kocaman, sıcak ve arkadaş dolu bir yaz iğnenin ucunda telef edilemezdi. Bahçeler, kırlar, sokaklar ve kitaplar beni beklerken annemin "bitir artık şunu" lafları havada uzun süre asılı kalıp sonra çaresiz yere düşüyordu. Hala kendi evimin ve annemin evinin çekmecelerinden, dolaplarından bu yıllanmış, yarım parçalar geçer elime, bakıp gülümserim. Güneşli bir balkon, kauçuk topla oynanan üç buçuk oyunu, merdiven altlarına çizilen seksek çizgileri, komşu kızı Hülya'nın adı gibi hülyalı bakışlarla söylediği "Hozalı gelin" türküsü, Ayşegül ciltleri, tatil kitapları düşer aklıma. Akşam üstleri İl Radyosu'nda yayınlanan "İstekler" programına "Delilah"ı çalmalarını isteyen bir mektup yazmayı düşlerim. Apartman önünde "istop" oynayan mahalle gençlerinin birbirlerine sataşmasını duymayı arzular kulağım, "Tomurcuk" hitabına kızan Mehmet'in topu Ayşen'e "koca g.tlü" diyerek atmasına gülmek isterim. Anneannemin kapısının önüne kadar uzamış kavağın fısıltısını hissetmek, kapı önlerinde gazete kağıdından külahlarda çekirdek çitlemek, camekanlı dolaplarda satılan "kenger sakızı"nı yumuşatmak için çenelerimin ağrımasına katlanmak, Vardar Pastanesi'nden kornet külahta dondurma yemek, Sipahi Kitabevi'nde harçlığımın yetmediği Almanca Bravo dergilerini karıştırmak isterim. Küçük şeylerle mutlu olmak ve kısacası gündemden uzaklaşmak isterim. Bunca yazılanın varacağı nokta da budur işte, kalın sağlıcakla...
↧