Hafta sonu gittiğimiz parka girer girmez karşıma çıktı bu yeşillik Anneanne. Dizlerimdeki protezler müsaade etse yatıp uzanıverecektim çayırların, çiçeklerin arasına ama Kocam Bey'e döndüm ve dedim ki, "Anneannem görse 'Ohh, zümrüt gibi, bi bulgur pilavı pişirsek de yesek şurda' derdi". Bunca yıldan sonra gördüğüm her çayır, her çimen seni hatırlatıyor benim yeşil aşığı Anneannem.
Niğde'nin gümrah, sulak bağlarında, bahçelerinde geçen çocukluğun; ağaçlar, çiçekler, asmalar, dalları göklere erişmeye çalışan kavaklar, bolluk, bereket. Pekmezler, köfterler, tarhanalar, bulgurlar, kuruyan meyveler. Nereye gitti sonra bunlar? Cebinden "Kara Doktor" dediği kuru, siyah üzümü eksik etmeyen Anneannem.
15 yaşında evlendirilen mütedeyyin bir çocuk-kadın. Vakt-i kerahet geldiğinde içki sofrası, işve, cilve isteyen bir adam. Karşı geldikçe inatlaşma, ağrıyan dişe deva olur diye ağza zorla dökülen rakı, esriyen kafa. O tokadı dedemin suratına sarhoşlukla değil, bilerek attın değil mi Anneannem?
Rakısını yudumlarken keyfi artsın diye ud dersi aldırmış dedem sana. Ben ömrüm boyunca senden tek bir şarkı bile duymadım ki 😔 Zoraki ud derslerini mi protesto ettin acaba? Peki ben sana niye "Cevizin yaprağı dal arasında" türküsünü yakıştırırım hep Anneannem?
Senden bekleneni veremeyince üstüne getirilen kuma. Daha yaşı 20'ye varmamış iki çocuklu bir kadına edilen cefalar. Evin hanımıyken hizmetçi muamelesi görmek. Geceyarısı uykudan uyandırıp kahve isteyen dedeyle kumaya ateş yakıp kahve pişirdiğini anlatırken gözlerine düşen gölgeler. Niye dedemden hep "iyi insan" diye bahsedilirdi be Anneannem, bu nasıl iyilik?
Acını, çileni, sabrını işlediğin danteller, bir günde bir yumak bitirirdim övünmelerin. Masamdaki yıllanmış örtünün her ilmeğinde göz nurun var Anneannem.
"Üzüm koydum sepete/Zarif ağlar tepede", sana yakılmış güya bu türkü. Güzeller güzeli bir kadın, heba edilmiş bir gençlik. Çok ağladın gerçekten, ömrünün en büyük gururuydu sanırım ara ara dillendirdiğin "Beni bir müdde-i umumi istedi de varmadım" sözleri. Keşke varaydın be Anneannem.
Küçük kızının eline kına yaktığının ertesi günü kuman ölünce, bulaşan kınaları görüp laf etmesinler diye kollarını dirseklerine kadar mürekkebe batırman, eldivenler giymen. Lafı edilecek kişi sen miydin be Anneannem.
Üstüne kumalar getiren, içkisiyle, çapkınlığıyla canından bezdiren kocan tam biraz uslandığında erkenden göçüp gidecek, seni bir de parasal sıkıntılarla başbaşa koyacaktı. Sen bankadan bankaya, noterden notere koştururken eteğine yapışır, hiddetine, şiddetine bir anlam veremezdim Anneannem.
12 yaşında babasız kaldı diye ömür boyu "Öksüzüm, tırnak kadar etim" diye bahsettiğin, yan bakanı yakacak kadar patolojik bir bağlılık gösterdiğin, seni en çok üzen oğlunu en çok severdin. Onun derdiyle mi beslenirdin ki Anneannem.
Huysuzdun, yaşadıkların acıtmıştı seni, müdaanan yoktu kimseye, en yakınındakileri, seni en çok koruyup kollayanları bile bir lafla incitebilirdin. Ama keyfin yerindeyse kaynayan kazan gibi gurultularla göbeğini hoplata hoplata güldüğün zamanlarda nasıl tatlı olurdun. Benim bitter çikolata Anneannem.
Ne namaz, ne abdest, ne oruç atlanmazdı ama sinema, "teetora", gezme-tozma, düğün, seyahat, deniz deyince akan sular dururdu. Hem gidilmezse çağıranlara ayıp olurdu değil mi Anneannem?
"Öğünden giden ömürden gider"di, "Yenmeyecek olsa icat edilmezdi", koca öküzlere benzerdiniz, yemezseniz çökerdiniz. Tansiyon çıkarsa "samırsak yuduverirdiniz", çözüm basitti nasılsa Anneannem.
Dört kat merdivenine rağmen manzarası, esintisi, komşuları yüzünden deli divane olduğun evine müteahhit talip olduğunda müteahhite, balkonuna uzanan kavağı kesmeye kalktığında yöneticiye ettiğin beddualar içinden mi gelmişti, yoksa dilinin ucunda mıydı Anneannem?
Büyük oğlun evine telefon bağlattığında telefon etmek isteyen komşuların çevirme sayısını saymakta haklıydın elbet, ya şehir dışını arıyorlarsa? Hem sen "Dul garıydın, paran kendine göreydi", ne yapsaydın Anneannem.
İşin düştüğünde "Oh benim güzel kızlarım", kızdığında "Köpek suratlılar" olurduk, keşke hâlâ bizimle olaydın da varsın köpek suratlı olaydık Anneannem.
Huysuzdun, aksiydin, bencildin ama nasıl tatlıydın, nasıl komiktin, nasıl eğlenceliydin. Şeytanın en güzel tüyünün şeytandan ödü kopan bir kadına gitmesi de tam bir ironiydi zaten. Sahi bizleri sever miydin Anneannem?
Seni en son 28 yıl önce, soğuk bir Şubat günü unuttuğum anahtarı almak için eve çıktığımda, Ankara'da görmüştüm. Banyoya yönelmiştin abdest almak için, aniden beni görünce korkmuştun. Üzerinde pembe geceliğin, başında hotoz yaptığın tülbentin, bileğini sıkan kocaman saatin. Katarakt yüzünden net göremediğin için yumruk yapıp gözüne tutmuştun elini beni taniyamayınca. "Korkma" demiştim, "benim, anahtarı unutmuşum da". Hemen ertesi gün hastalanacaktın, 2 ay sonra da yolcu edecektik seni bir Nisan günü. Başına diktiğimiz çam büyüdü, "Öksüzün, tırnak kadar etin" de veda etti dünyaya, babasının koynuna koyduk. Annemi de senin koynuna koyacaktık çok geçmeden. İyi misiniz oralarda, annemi yormuyorsun değil mi? Umarım şu fotoğraftaki gibi gülüyorsundur. Çok özledik hepinizi be Anneannem...