Cevriye ve Tevriye'ye uzun süreli istirahat tavsiye edildiği için bir süredir ev işleri ile aram pek samimi değildi. Ama artık mutfak tezgahı "İmdat!"çığlıkları atmaktaydı, iki cadaloza "Bi durun bakalım" dedim, Spotify'da Nesrin Sipahi albümleri açtım ve işe giriştim. Tezgah mı temizledim, her şarkıyla başka bir yerlere yolculuk mu yaptım bilemedim. Türk Sanat Müziği denen şeyin neredeyse unutulduğu, bırak gençleri orta yaş grubunun bile bu şarkıları dinlemez hale geldiği günümüzde Nesrin Sipahi'nin billur sesini duymak çok iyi geldi, sayesinde gençliğime ışınlandım.
"Endülüs'te Raks" ile başladı kayıt. Yahya Kemal'in güzelim sözlerine yakışan, flamenko tarzı müziğe "Zil, şal ve gül" diyerek giriş yaptı sanatçı, tabii ki ben de var gücümle eşlik ettim. Aslında pek giriş şarkısı değildir, genelde bitişe yakın söylenirdi ama belki de Spotify'ın kafasına göre takılmasındandır. Çocukluğumda ve ergenlik çağlarımda çok fazla konserler olurdu Ankara'da, bir gazinoda değil, oralara da çok gitmişliğimiz vardır ama bu konserler kapalı spor salonlarında, sinemalarda ya da açık havada düzenlenirdi. Kimi zaman babam bilet alıp gelir, kimi zaman bir komşumuz davetiye getirirdi, sık sık giderdik. Demek ki bütçeye uygundu fiyatları ki memur maaşıyla bile gidilebiliyordu. Bu konserlerin gediklileri Necdet Tokatlıoğlu, Ziya Taşkent, Hüseyin Gökmen, Osman Türen, Nuray Akın, Güneri Tecer gibi çoğunlukla radyo sanatçıları idi, çoğu vefat etti, huzurla uyusunlar. Bize güzel anlar yaşattılar. "Endülüs'te Raks"ı Hüseyin Gökmen çok güzel söylerdi ve mutlaka her konserini bu şarkı ile bitirirdi. Kendimi bir an 19 Mayıs Stadyumu'nun sıralarından birini sahaya kurulmuş platformda söyleyen Hüseyin Gökmen'i dinliyormuş gibi hissettim.
İkinci şarkı "İçin İçin Yanıyor" idi. En çok Neş'e Can'ın sesinden dinlemeyi severdim, çok da güzel söylerdi. Bir aile dostumuzun düğününe gitmiştik, Neş'e Can ahbapları imiş, o da düğüne katılmıştı ve rica üzerine sahneye çıkıp bu şarkıyı söylemişti. Dinleyelim mi?
Derken "İlk Göz Ağrısı" başladı. Ne zaman dinlesem orta birinci sınıftan beri arkadaşlığımın sürdüğü Binnur gelir aklıma. Yıl sonu gelince son bir iki gün ders yapılmaz eğlenilirdi sınıflarda. Sesi güzel olanlar şarkı söyler, fıkralar anlatılır, oyunlar oynanırdı. Çoğu zaman öğretmenler de katılırdı aramıza. Beden Eğitimi dersini okulun ön bahçesinin güzelliğinin aksine çorak toprakla kaplı arka bahçede yapardık, yegane bitki bahçe duvarının kaldırıma bitiştiği noktada yetişen iğde ağacı idi ama baharda enfes kokular salardı havaya. Onun dibine oturmuştuk bir yıl sonu, sınıf arkadaşımız Tayfun gitar çalıyor, herkes en iyi söylediği, sevdiği şarkıyı söylüyordu. Binnur ısrarlara uzun süre direnip sonra "İlk Göz Ağrısı"nı söylemişti, o zamandan beri sevgili arkadaşımla özdeşleştirdim ben de bu şarkıyı. Nesrin Sipahi söyledi ama ben hayalimde Binnur ile beraber iğde ağacının altındaydım.
Nesrin Sipahi "Seni Ben Ellerin Olsun Diye mi Sevdim"şarkısına başlayınca gülümsedim. Şarkının meşhur olduğu yıllarda bir fıkra uydurulmuştu, onu hatırladım: "Adamın biri elleri olmayan bir kadınla evlenmiş, sonra kadın kendine ameliyatla el taktırmış, bunun üzerine adam bu şarkıyı bestelemiş." Ay korkunç, Amerikan esprilerinden bile berbat bir şey, aman tanrım 😡
Vee "Agora Meyhanesi", bir dönemin hit şarkısı. Popçusu, klasikçisi, türkücüsü hepsinin bir Agora Meyhanesi söylemişliği vardır. Neredeyse bir asır sonra gidip gördük meyhaneyi:
"Cama vuran her damlada seni hatırlıyoorum ve sana susuzluğumuuu, nirinirinom 🎵"
Tezgah temizliğini bitirirken Nesrin Sipahi bana jest yaptı ya da ben üstüme alındım 😃, "Ankara Rüzgarı"nı söyledi. Haydi birlikte dinleyelim: